Akil ve Dereceleri
Akl-ı meaş
Akl-ı bal likörü
Akl-ı nûrânî
Akl-ı kül
Allah (cc), birisine çekişiyor, birisine tembih ediyor, sofrasını açmış, bir diğerini kucaklamış.
Dört derece aklın izahı;
1. AKL-I MEAŞ
Bu akıl için baygındır. Kısa görüşlüdür. Sadece yemek yemeklerine göre yürütür. Âyet-i kerime'de: “Onlardan kimi nefsine zulmedendir.” satın alıyor. (Fâtır: 32)
Allah (cc) bizi bilmemiz ve inançlarımızla ilgili olarak, nefs-i emmaredeki bu insanlar; güvenli-i ilâhi olan kullanım kullanılmışmış, gönderiliş sebebini bile, lütuf ve ihsanları verebilecekleri, şeytana uymuş, olabilir tapmış ve gidiş yolunu değiştirmiş. Allah (cc) ile unutulanlara, fikir veden gafilden fâsık adını vermiş, Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmuştur:
Allah'ın da beğendiği kimseler gibi olmayın. Onlardan çıkan fâsıkların tâ geleceğidir.” (Haşr: 19)
Sarhoş gibi ne bilmezler. Ahirette azaptan kurtaracak, ilâhîliğe yönelecek olan işlere yetiştirecekler. “Onlar dünyayı.” âhirete tercih ettiler (Nahl: 107) Âyet-i kerime'sinde insanların alışıldığı kişiler, Akl-ı meaş'ta olanlar sadece dünya genelinde rağbetler yapıyorlar. Dünyayı mâbud edinerek ona taparlar. Zamanlarını cansız hasrederler. Resulullah (sav) Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
“Dünyaya muhabbet etmek, büyük günlerin en yaşlılardır.” (C. Sağir)
Nefsin arzularına, zevk ve sefâya dalmış, gerçek yaşam bu dünyada yaşayabildiğini zannetmiş; yaşamakta yaşıyor, gerçek ölümden sonra yaşamaktan haberiniz var. Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyururlar:
“İnsanlar uykudadırlar, öldükten sonra uyanırlar.” (K.
Halk, uykuda mı? Çünkü Hak'tan sapmış, nefsine tapmış, şeytanın peşinde koşup duruyor. .” Hak'tan, hakikatten ayrılmış. Allah (cc) kullarına çok şefkatli, çok merhametli çocuklarından tenbih ediyor, şeytanın düşmanlığından kullarını korumak ve sakındırmak için Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor:
“Ey Âdem! Ben size:'Şeytana hiç yapmadınız, o size apaçık bir düşmanınızdır, bana kulluk edin, bu dosdoğru yoldur.' diye emretmedim mi?” (Yasin: 60-61)
şeytana teslim eden kişidir. insan, hayır savunse bile akıllıdan bir şey kabul etmez. Çünkü onun tuzağından emin olunmaz. Binaenaleyh bu ilâhî emreak, şeytana daha düşmanlık yapmak, onu hedef almak hudut yalanlamak, karşı çıkmak zorunda kalmak. Bu, bir emr-i ilâhî'dir. Şeytanlaşmış olarak da eşleştirmek yapmak gerekir. Allah (cc) Âyet-i kerime'sinde: “Zulmedenlere meyletmeyin, yoksa beden de ateşur.” buyuruyor. (Hud: 113) Kötülükte bulunan kimselerden meyletmekten insanı ateşe sınavısese zulmü kökten yetişmiş olanın, üst üstelik sonundalik sonunda yetişebilmeniz gerekir. Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki: “Mümin-i kâmilden başkası ile sohbet etme!” (Tilmizî)
Şâh-ı Nakşibendlerimizin de bu hususta güzel birleri var: “Görüştüğün kimseden fayda görmesan, onunla görüşmenin hazın vaciptir ile ilgili görüşten sınıfın vaciptir.” buyururlar. Çünkü görüştüğün, hali üzerine intikal eder. Akl-ı meaş'ta kimi para hırsındadır, kimi lezzetler peşindedir. Kimisi şeh kimi, kimisi şehvet yolundadır ve gün gelir, ömür sona erer. Tûl-i emel bitmiştir. Herkesi sorguyatır. Kimisi saâdet-i ebediyeye varmıştır, kimisi de helâk geçirmiştir. Çünkü o, yol geçirdiğini bilmedi, o kadar tapmıştı ki, onun için gönderildiğini sanmıştı. Allah (cc) Âyet-i kerime'sinde buyurur ki: "O hangi ölümün daha güzelamel işley gidişimtihan olmak için ve hayatıdırdır." (Mülk: 2)
Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz bu Âyet-i kerime'nin tefsiri mahiyetinde olmak bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmaktadır: “Sizi imtihana çekmek için ki, hanginizin akılca en güzel, Allah'ın haram kıldığı yerlerden sakınmada en müttaki , O'nun taatine koşmakta en hızlı olacak.” (Süyuti) Bu sahnede öyle bir durum var ki, onun bir fotoğrafı çekiliyor, onun sözü söyleniyor zapt. hidayetine vesilesiyle olduğu gibi, güzel eden de kötü arkadaştır. Bunun için, bu gönderilecek yollama için lâzımdır. Allah (cc) Âyet-i kerime'sinde: “Onların çoğu akıllarını kullanmazlar.” buyuruyor. (Ankebut: 63)
Nice nice güzel yolda olanlar, yaşanmış kurbanlılar; ebedî ölmekek, cehenneme düçar olmuşlardır. Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz bu hususta bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar: “Günahkâr ve isyankâr arkadaşlardan hazer et. Çünkü senin de olmayacaksın.” (C. Sağir)
Allah (cc) insanları yaratılış gerçeğini açık olarak bildirmiş ve Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmuştur: “Ben cinleri ve insanları, ancak (beni bilsinler) bana kulluk yapacaklar diye yarattım.” (Zariyat: 56)
Allah (cc)'yı bilmeyen, O'na gerçek mânâda istemiyorum. Her şeyden önce Allah'ı (cc)'yı bilmek, Allah (cc)'yı bilmek için nefsini bilmemiz gerekir. Bu ihsan ve ikramlar düşünüldüğünde kendisinden kendisinden memnun olur. Lütfettiği tasarımında düşmanların yer almasıyla, yani Hak'tan g ayrı sınavının kalpine koyması ile hak ve hakikatten sapmış olur. Çünkü çünkü hiç kerime'de: “Allah hiç göğsünde iki kalp yaratmamıştır.” satın alıyor. (Ahzâb: 4) Ki birisini muhabbet-i Mevlâ'ya, diğerini muhabbet-i mâsivâya hasretsin. Nazargâh-ı ilâhi olan kalbi Allah (cc) kendisi için halktır. Binaenaleyh o kalpte Allah (cc)'nın muhabbeti mevcutsa, daha iyi Allah (cc) mevcutsa, mâsivâ o kalbe giremez. Para varsa kasada kesede, malı varsa dükkanda evde olacak, ama bunlar kalbe girmeyecek. Eğer kalbe girerse kalbi ifsat eder ve muhabbet-i Mevlâ o kalpte bulunmaz. Hakk ile olmayan, o binayı ve şeytana tahsis edildiğinde, Hakk'ın ihsan ve ikrâm olabileceği latîfeleri kullanılır. Bir düşman bir eve zaman evini olabileceği gibi, bu iki düşman da kalbi ve bütün eğer satarlar. Kişiden aşağı modernte insan, ancak uygulamaat hayvanıyla hep hayvan, hatta hayvan hayvandan daha fazla. Çünkü o hayvan amma, Yaratan'ını biliyor ve tesbihini yapıyor. aslında hayvandan da elli derece daha aşağı. Çünkü o hayvan amma, Yaratan'ını biliyor ve tesbihini yapıyor. aslında hayvandan da elli derece daha aşağı. Çünkü o hayvan amma, Yaratan'ını biliyor ve tesbihini yapıyor.
Allah (cc) Âyet-i kerime'sinde buyurur ki: “Hiçbir şey yoktur ki, O'nu hamd ile tesbih olmasın. Ancak siz, bunlar tespihlerini anlay." (İsrâ: 44) Yaratılan her şey Allah (cc)'yı tesbih eder; ama siz yaşamıyorsunuz. Akl- beni aşın simge hayvanîdir, çok korkunç bir değeri var. Bu itibarlar izâle sevilense, o ahlâk-ı zemime beni ile âhirette de hayvan suretinde çıkar. Çünkü ona kendi kendine bir ahlâk-ı hayvâniyesi vardır. Allah (cc) herkesin mukadderâtını alnınmıştır, insan amelinin yazıldığı bir rehindir. Âyet-i ker'sinde: “Bize sahip olunan bir toplumda kendimizin boynuna doladı.” buyuruyor. (İrâ: 13) Onun başından geçeceği gibi geleceğinden ayrılmayacaktır.
Herkesin-ı insaniyesi veyahut simge-ı hayvaniyesi bellidir, fakat okunmuyor. Perde kalkınca her şey gibi, aynı türden olacak ve olacak, icraatı ile. Bedenini soyunca, diğer elbiseyi giyince, işte o zaman bütün hakikatler ortaya çıkacak ve denilecek ki: “Oku kitabını! Bugün hesap görücü olarak kendine yetersin.” (İs: 14) "Dünyada herkes tarafından oynanacak." Artık kitap kitap dürülmüş, evren-i berzahtaki açılmıştır. O gün muhasebe günü için kayıt ve kayıt o günde günlük çıkar. Zarardan etkilenmez bilirler, bundan hiçbir fayda sağlamaz.
Allah (cc) Âyet-i kerime'sinde buyurur ki: “Ey iman etmekten! Allah'tan nasıl korkmak lâzımsa O'na yaraşır şekilde öylece korkun. Sakın siz Müslüman başka bir simgela canlanır.” (Âl-i İmran: 102) Ölünceye kadar hâlet-i İslâm sebat edin, başka bir hâlet üzerinde bulunmayınız. Bu Âyet-i kerime şık âlimler değil, veliler değil, sâdıklar değil, peygamberler dahi korkmuştur.
Yusuf Aleyhisselam'ın şöyle bir niyazı vardır: “Allah'ım! Müslüman olarak ruhumu al ve beni sâlihler zümresine kat.” (Yusuf: 101) O, bu dilek ile âhirete intikal amaçlıdır. Allah gerçekten'a gönülden bağlı olabilir can atacakları arzu ve gaye işte bu sondur. Sıddık-ı Ekber - Hazretlerinin de son sözü bu oldu. Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde: “Nasıl yaşarsanız ölürseniz, nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz.” buyuruyorlar. Hangi hayvani model hayvansa Allah (cc) olduğuki suretinin o suretini verecek ve onun kim olduğunu herkes tanıyacak. Sıfat-ı hayvaniyenin ne olduğunu daha fazla kavrayabilmeniz için bir temsil arz ediyor. Bu kişilerin izalesi için ne lâzımsa yapmak gerekli ifade etmek istiyoruz.
Bir akşam üstü idi, birn vefat haberi geldi. Ancak o anda kendini gösterdiler, çok korkunç bir özellikla vefat gösterin. Sevdiğim biri olduğu için çok mükedder oldum. Bu halimi anlamış olacaklar ki, “Bu hâliniz nedir?” diye sordular. “Bir şey değil!” dedik. Sıfatını bu haldeyken saçından yine gittim. Kabrinin savunmam ve şöyleniyazdım. “Allah'ım! Sende hikmet sahibisin, hakikati ancak sen bilirsin. Bu biz çok iyi yürekten. Ne olur bunu affet!” Kabre iki aradadır, Allah (cc), sıfatını sildi. İnsan suretinde aşağıya gitti. Bu duamı kabul edilebilirin çünkü Allah (cc)'ya öyle şükrettim ki, gözlerimden yaşta boşandı. Kimsen görmesin diye de usulca çekildim. Bu ki sevgimiz bir kardeş, bu hale dönüş. Demek ki varmış,
Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki: “Allah (cc)'yı zikir, kalpa şifâdır.” (Münavî) Kurtuluşun en güzel bakımları Allah (cc) ve Resul'ünü kalbe almak, zikrullah ile büyük olmak, içteki düşmanları atmak ve muhabbet-i ilâhî'ye nâil olacaktır.
Allah (cc) Âyet-i kerime'sinde: “Nefsini temizleyen kurtulmuştur.” buyuruyor. (Şems: 9) Nefsini ezberlerden kaçınıp takvâ ile terbiye eden, tekâmül ettirerek feyizen kimseler ebedî saâdet ve selâmete namzet kullandılar. Allah (cc) kendisine yönelen kullarını af, isyan batağına düşen kullarının ümitsizliğe kapılmamaları için, bir çıkış yolube sonra Âyet-i kerime'sinde haber veriyor: da Hakk yolunda ölünceye kadar sebat edenleri çok bağışlayıcıyım.” (Tâhâ: 82) Günahı, biz indirirken bizleri tövbeye çağırmakta ve savunacağını müjdelemektedir.
Akl-ı meaş'taki ilim
Süflî âlim, nefsine dayanarak zan ile hareket eder. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'e lüzum bile görmez. O “Biliyorum” der. Hz. Ali - Efendimiz buyururlar ki: “Akıllının dili ağzındadır, ahmağın dili ağzındadır. Edep, aklın suretidir. Kötü edeple şeref olmaz. Cehaletten daha kötü hastalık yoktur. Akıl tamlığında eksik olur.”
Akl-ı meaş'ın kalpteki durumudur
Kalp bir melekût hazinesidir. Ancak ahlâk-ı zemimelerle, hayvânî sıfatlarla örtülü olduğu zaman, beş duyuya açılıp şehvet ve lezzetlere daldığı, masivâ ile doluğu zaman kapanıyor, hayvan oluyor. Meselâ bir pınar var. Su kaynatmayı beşeriyetin su okulda gibi, çöplerle dolarsa hiç olmayacak. Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır: “Ey ki, ne mal fayda verir ne de oğullar. Meğer ki Allah'a "sâlim ve temiz bir kalp ile gelenler ola." (Şuârâ: 88-89)
2. AKL-I MEAD
Bu akıl neredeyse değildir aygın, yarı baygın. Hakk'a giden bir rehber bulursa ayılır, trensa bayılır. Âyet-i kerime'de: “Kimi mutedildir.” satın alıyor. (Fâtır: 32) Bunlar orta yolları tutanlardır. Allah (cc)'nın emirlerine riâyet etmeye gayret göstermelerine, anlatılar ve işlerler. İyilikle kötülüğü birbirine karışırlar. Akl-ı mead olanlar için hem dünyayı hem de ahireti düşünmeleri için olanlar Akl-ı benim için çok olanlar kadar çok, ayıklanmışlardır. İbadet de ederler, kabahat dalarlar. Dünya gerçekten muvakkat bir zaman için, yerinde mahduttur, itimada şayan değildir, geçicidir, gönülyalamaz. Serap gibi parıldar, bulut gibi geçer gider. Çoğu zaman yüz seneyi bilen dünya hayatı ile sonsuzluğu tasavvur olunamayan ahiret hayatı mukayese edilirse, ehemmiyet adından söz etmek. Lâkin ebedî bir ülkede ekim tarlası için çok tasarlanmıştır, çok muhteremdir.
Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde: “Dünya âhiretin tarlasıdır.” buyururlar. (Münâv) Eğer insan, gönderiliş nedeni-ı veçhile bilirse, gece-gündüz o tarlayı için çalışmak için. Hem dünya saadetine hem ahiret selâmetine nail olur, hem de onunla nâr-ı cehennemden muhafaza edilir. Allah (cc) sığınmamız icap'ın içine sığınmamız Âyet-i kerime'sinde buyurur ki: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ve güzellik ver, âhirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru.” (Bakara: 201) Bu duâ bütün hayırları içinde barındırır, bütün şerleri de uzaklaştırır.
Dünya sayesinde ahiret kazanılır. Bu gaye için yetişecek zaman için bir gemi olur, suyun üstünde yüzdürür. Gayesi dışında kullanılırsa cehennemin özü indirir. Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyruluyor: “Haberiniz olsun ki dünya melundur, de melundur. Ancak Allah (cc)'yı zikretmek ve O'nun rızâsına uygun şeylerle, bilen ve öğreten müstesnâdır.” (Tilmizî) Diğer insanlar da ekim yapıyor. Ukbâyık inşa etmek meyletmek, Hak'ı meydana bâtıla kaplamakk. Hakk ve ucuza dünya lezzetlerine dalanlar büyük bir belâya ve uğursuzluğa uğramışlardır.
Âyet-i kerime'de şöyle bir buyruluyor: “İnsan için kendin olacak başka bir şey yoktur.” (Necm: 39) Her gün geçilmez. insanının olan işidir. Gece gündüz çalışmak gerekiyor. Çünkü burada bir tarladır. Bir ebedî eğitimine başlanmaz. Ya saâdet-i ebediye ya da felaket-i ebediye ile karşı karşıyayız. Buradan da ki. dünya hayatı çok müdir, çok sakınmamız gerekiyor
Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki: “Dünya malını ehline terk edin. Çünkü ondansız olan alan kimse, şuurdan kendini helâk yaşamış olur.” (C. Sağîr) Aslında merhametlilerin en merhametlisi olan Allah (cc) hiçbir zaman kuluna azap etmez, cehennemine atmaz. Ancak bir kul Hakk'ı bırakır, nefis putunaar, şeytanalar, kendi dalarsa, o zamanların nefsine mettiği için şeytanı ile berabere atılır. Çok korkmak gibi, ümitsizliğe de kapılmamak gerekiyor.
Resulullah (sav) Efendimiz Allah (cc)'nın merhametinin ne çok fazla Hadis-i şerif'lerinde şöyle beyan etmektedir: gibi ki, bu kişinin yanında devesi, üstünde suyu, azığı olduğu yerde varıp sahrada tehlikeli bir yere kondu ve durumdaki yere uygun uyudu. Bir de uyandı ki, devesi giyin. (Onu ararken) Sıcaktan bunalmış, susuzluğa, korkuya dönüşmek, işi Allah'a vardı. Bari yerime olsun döneyim diye eski geldi. Az bir uyku kestirip sonra gece gündüzca devesini bulabileceğini." (Buhâî. Tecridi sarîh: 21) Yeter ki kul-43 bilsin, Allah (cc)'ya yönelsin ibadet-taatine devam etsin.
Abdullah bin Mesud -den rivayetne göre Resulullah (sav) Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır: “Allah (cc) aklı ruh zaman ona: 'Gel!' dedi, o da geldi. Sonra: 'Geri dön!' diye. O da geri döndü. Bunun üzerine akla buyurdu ki: 'Ben senden daha sevgili olan başka bir şey yaratmadım. Seni, nezdimde mahlûkatın en sevgilisi olana bildireceğim.'” (Rezîn)
Akıl odur ki harfine Allah (cc)'nın ve Resulullah Aleyhisselâm'ın emirlerine itaat eder. Hadis-i şerif'te: “Yüce Allah'a itaat et ki, akıllı denmeye şâyân şerîn.” satın alıyor. (Münâvi) Mead akla sahip olanlar; zahitler sınıfına dahiller, iyiliği ve kötülüğü tefriklemek hareket ederler, ibâdet ve taata devam ederler. Bununla birlikte onun hayırlı işlerde karışır ve müdahale ve payını alır. İyi arkadaşlar bulursa iyiliğinde devam eder, ibadet ve taatını artırır. Ancak kötü ile ondan ayrılabilir. Çünkü mânen olamaz. Ölümü ve ahiret ahvalini somutlaştırmak, âhiret derdi ile dertlenmiş kimselerle hemhâl olup etmek, akl-ı mead'ı kuvvetlendirir, nurânileşmesine vesile olur.
Eğer bir Mürşid-i kâmil bulursa, nasibi varsanasibini günâ gün alır. Nefsiyle mücadele nispetinde, biiznillah-i Teâlâ bir gün olur zafere ulaşır. Bir Âyet-i kerime'sinde ise: “Sâdıklarla beraber olunuz.” buyuruyor. (Tevbe: 119) Bu emr-i şerif'e uyarak bir Mürşid-i kâmil aramak vâciptir. İntisap takviminin mukavemetine sahiptirler. Çünkü o tarikat-ı aliye'deki mevcut olan zevât-ı kiramın mânevî yardımlarıyla güçlenirler. O kuvvet sayesinde şeytanların tahakkümünden kurtulurlar. “Kim bir aklına gelirse olur.” (Ebu Davud)
Hadis-i mucibince, bir insanla bir topluluğa il muhabbettihakşer şer olacağı söyleneceği gibi, mahsül de de haşrolunur. Akl-ı mead'daki nakilci âlimlerin durumu: beceri bazısı “Ben âlimim!” der. Hem kendi başına gelir, Allah (cc)'nın geçer, “Bu böyledir!” der; hem de Allah (cc)'nın Âyet-i kerime'sini, Resulullah Aleyhisselâm'ın Hadis-i şerif'ini koyar ve ancak “Ben alimim!” demekten demekten. Onun için Allah (cc)'nın önüne geçti. Cehalet çok zemmedilmiştir ve buralardan ulaşımçi âlerden daha güzeldir. Çünkü cahillikten yapılmıştır.
Allah (cc) bu gibi işlerçiler hakkında buyurur ki: “Resulüm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Furkan: 43) Hiç ihtimal yok ki nakilci †içinde çok iyileri de vardır.
Akl-ı mead'ın kalpteki durumudur
Akıl insanî ruhtur ve hayvanî ruhun binicisidir. Akl-ı mead madde ve mânâ arasında bulunur. Bazen hayatta meyleder, akirete. Kapısı beşelere açık, gözlenebilir, kulak olabileceği, elle tutulduğu, dille tattığıder. Bunun için de kalp ölür, yasa de dirilir. Allah (cc) ilim ve iradeyi yüceltmiştir. Akıl odur ki, peygamberlikle vakayyen uymuş, iyi olmuş, iyiliği emretmiş, kötülüğü nehyetmiştir. Nefis ise arzularından sıyrılmıştır.
3. AKL-I NÛRÂNÎ
Nûrânî akla sahip olanlar gönderiliş nedenini bilmiş, Allah (cc)'ya yönelmiş ve içini nurlandırmaya çalışmaktalar. Murâkaba sayesinde ilâhî tecelliyâtı kalbine, kalp aynasına cemal nûrları tecelli eder. Bu sayededir ki huzur, huşû ve maiyyete nail olabilir. Kurbiyet ancak Akl-ı kül'dedir. Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde: “Mümin müminin aynasıdır.” buyuruyorlar. (Ebu Davud)
Birinci mümin-i kâmilin kalbi, ikinci müminden ise Allah (cc) muraddır. Mümin Allah (cc)'nın ism-i şerif'lerinden. Allah (cc) kalbine tecelli zaman mârifetullah husule olmaya başlar. Bunun hâsıl olması kalp aynasındaki bir müşâhedeye dayanmaktadır. kullanıcı bir Hadis-i şerif'lerinde de buyururlar ki: “İyi bilin ki insanda bir et parçası vardır. O iyi olur bütün ceset iyi olur, o bozulursa bütünceset ifsat olur. O et parçası kalptir.” (Buhârî) Vücut nurlanınca da nurlanmış oluyor.
Âyet-i kerime'de ise şöyle buyruluyor: “Allah'ın bir sinesini Müslümanlık için açarsa o Rabb'dir verilen bir nur üzerinde.” (Zümer: 22) Kalbinde ilâhî nur tecelli edip durmaktadır. Bu nuru Resulullah (sav) Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle beyan buyururlar: “Mümin-i kâmilin ferâsetinden korkunuz. Çünkü o Aziz ve Celîl olan Allah'ın nuru ile bakar.” (Tilmizî) Bunun mânâsı; mutluki i ur-i ile sırlarınızı keşfedeceğin büyük ndir. İşte Allah (cc) kullarına böylelituflarda bulunur.
Bir insan helâl lokma yemekle, ihlâsla ubûdiyet yapmakla, farz ve nafilelere devam etmekle içini nurabilirse; Allah (cc) dilerse onda hikmet husule getirmek ve hikmetle yapmak. Âyet-i kerime'de şöyle buyruluyor: “Allah hikmeti kime dilerse ona verir. Kime de hikmet verilirse, ona muhakkak ki çok hayır verilmiştir. Bunu ancak, ancak ak düşünmekl-ı selim.” (Bakara: 269) Kim ile amel edemez, Allah (cc) ona bilmediklerini ve Âyet-i kerime'de şöyle buyruluyor: “Allah'tan korkar takvâ sahibi, mualliminiz Allah olur.” (Bakara: 282)
Bir kimse Allah'ı iyi kullanarak Rahman olan'a yaklaşmak için kullanmayasa, Allah (cc) da onu nuruna kavuşturur. toprak dahi çürütmezler. Çünkü simge-ı hayvaniyeden ayıklanmış, insan eminine yapılmış, nur olmuş. Onlar insan suretinde haşrolunur. Allah (cc) Âyet-i kerime'sinde: “İyi bilin ki Allah'ın velî kulları için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.” buyuruyor. (Yunus: 62) İşte olay için yaşansın, yaşananlar için yaşansın!
Akl-ı nûrâni olanlardaki ilim
Kafa gözü ile, kafa kulağı ile, çalışması ve gayreti ile zâhirîmde derinleşmiş, Allah (cc)'nın methini sahip olan alimlerdir. Buraya kadar zâhirîdir, bundan sonra bâtınîdir. Akl-ı nûrânî'nin kalpteki durumu: Kalp aynasının Cemâl nurları tecelli eder, kalp gözü görür. Âlim nakış yapar, ârif ise parlatır. İlâhî isimlerine devam etmek için kalp atmak tamamlanmak üzereyken, Allah (cc)'nın tecellisi ile marifet husule gelir. Bunun hâsıl olması, kalp aynasındaki bir müşahedeye dayalıdır.
4. AKL-I KÜL
Bu akla sahip olanlar Allah (cc)'nın sevdikleri kullardır. Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyururur: “Allah dilediği kulunu zâtına seçer.” (Şûra: 13) Onu kurbiyete nâil buyurur.
Resulullah (sav) Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki: “Rahman olan Allah'ın cezbelerinden bir cezbe, insanlar ve cinlerin amellerine denktir.” (K. Hafâ) Allah kimi sevdiyse, kimicc tuhafysa bu ilâhî lütfa nâil olur. O seni bir anda çekiverir. Milyarlarca sene yürüsen bu lütfa nâil olamazsın. O kadar ince bir konu ki, bunu size temsille arz edeyim. Farz-ı muhal ki bir kişi Kâbe gibi görünüyor gidiyor, küçükseteyyare ile gidiyor. Seyr-ü süluk yolunda da bu böyledir. Kimisi nasibi kadar yola çıkar. Kimisi daha çok nasip oldu, daha fazla gider. Allah (cc)'nın keramet bahşettiği kimseler ise; kimisi uçarak gider, kuş gibi yere konar. Sonra yürür, meclise varır. Kimisi de tayy-i giderir. Allah (cc) onların yeri yürütür, bir adımda dilediği yere ulaşır. Gönül yolcuları ise bir anda varır. Bir anda nasıl vardığını Âyet-i kerime ile ispat edeyim.
Süleyman Aleyhisselam Belkıs'ın tahtını getirebileceği zaman cinlerden bir ifrit; “Senden kalkmadan ben onu sana getiririm.” dedi. Hızır Aleyhisselâm ise bir anda getirebileceğini söyledi. Bu hususta Âyet-i ker'de şöyle beyan buyurulmaktadır: “Yanında kitaptan ilim bulunan kimse (Hızır): 'Gözünü ise tutmadan ben onu sana getiririm.' dedi. Süleyman, tahtı yanına yerleşivermiş görünce dedi ki: 'Bu, Rabb'imin lütfundandır. Şükür mü gelmiyor, yoksa nankörlük mü diye beni sınamak istiyor. Şükreden kendisi için şükretmiş olur, nankörlük eden de bilsin ki müstağnidir, çok kerem sahibidir.'” (Neml: 40)
Bu Âyeti kerime'den memleket- ki bir anda bir memlekete geldi. Allah (cc) tahtı da bir anda, kâinâtı da bir anda bir yerden bir yere nakletmeye kâdirdir, değil insanı! Ki Allah (cc) beğenisi, arzu edilen kulunu zamanını zaman varıyor. Değil Kâbe-i muazzama'ya, itimat edinim huzur-u ilâhi'ye bir anda varır. Sevdi de atılmak için, çektirmek için. Allah (cc) dilediği kulunu zâtına çeker. Kişiyi kullanan bu sevgili kullar üç yoldan Hakk'a varır: Aşk, muhabbet ve mahviyyet. “Bu Allah'ın fazl-u ikramıdır, kime dilerse ona verir.” (Cumâ: 4) Allah (cc) lütfetmiş, kereminden müminlerin kalpten okuyan, onları mârifet nûruna ulaştırmış, rızây-ı Bâri'sine kavuşturmuş.
Cezbesiz hiçbir veli yetişmemiştir, bunu bilin. Çünkü bir kulun Hakk'a o kulunu kendi başınıza çekmesi ile mümkündür. Hiç kimsenin kendi kendiliğiyle Hakk'a ulaşamaz. Cezbe irfan ehlinin kalplerini tahrik eder; âşıkların gıdası, Hakk yolcularının zevk ve safasıdır. yolu bu da muhabbet ile kaimdir. Çünkü onun şey sevgi ile mümkün olur. Aşk öyle bir lütuftur ki, ifadeye sığmaz. Hak'tan başlamak için Hakk'a ulaştırır. Mahviyyet de öyle bir lütf-u ihsandır ki Allah (cc)'ya kavuşturur. Bunun için kime sadese, Hâlik ile mahlûk ilişkileri perdeleri, bütün başlıları, kül eder.
Aşk ateştir, aşk lezzettir, Hakk'a ulaşmak için zayıf malzeme. Mevlânâ Cami Hazretleri buyurur ki; “Mecâzi de olsa aşk ve sevgiden yüz verme, zira o hakiki aşka ulaşım için bir vasıtadır, köprüdür.” Aşık olanın elem ve mihnete alışması lâzımdır. Sevilen, çünkü yediin başkası ile konforludur. Sevilen onun ne kadar ezâ-cefâsı, sevgisinde samimi olan aşıklar hoş karşılamalıdır. “Sevgilinin yaptığı şey sevimlidir.”
Aşıka en tatlı gelen şey, sevgilisi için yanmaktır. Mânen gıda ürünleri üretullah ve muhabbetullaha bağlı. aşk ve muhabbetin kemâline erenler, Mahbub-u hakiki ile ve O'na hizmetten başka hiçbir şey düşünmezler. Bunlar akıl yolu ile Hakk'a varan hakikat yolcularıdır. İnsan-ı kâmil'in makamıdır. O Hakk'a sahip olmuş ve Hakk'ta kül olmuştur. Bunlara “Hakk'a varmış.” denir. Kelime-i Tevhid'in sırrına mazhar olmuştur. O zamana kadar yok de kainatın da düşünüp, Allah'ın (cc)'nın tesbihatını; bu makama geldiğinde, hakikaten de kâinâtın daini görür. Meğer hep O imiş. Başka bir şey yok.
Müminlerin kalp atışrına sahip oldukları, onları mâri'sine eriştiren Allah (cc)'ya sonsuzlar olsun. Allah (cc) tecelli edince, her şey helâk olucudur. Zât-ı ilâhi'nin nurları tecelli edince, beşeri vasıflar eriyerek "yokluğa gömülür. Bu durumda bir tecelliyâttır ki kendi nurundan başka bütün nurlar mahvolur. Âyet-i kerime'sinde buyurur ki: “O'nunk oln başka her şey helâkucudur.” (Kasas: 88) Diğer taraftan Allah (cc) onda tekelli olduğu zaman artık Hakk vardır. Ne kendisi ne de aklıdır. O var, başka bir şey yok. Diğer bir Âyet-i kerime'sinde ise şöyle buyuruyor: “Allah dile mahveder, siler. Dilediğini de sabitledi.” (Râd: 39) Bu halden sonra kudsi ruh bâki kalır. Allah (cc)'nın nuru ile nazar eder. O'na bakar, O'ndan bakar, O'nunla. Demek ki Allah (cc) bir kula neler bahşediyormuş! Bir kula yapıyor bunu, bir lütf-u ihsan olarak. Allah (cc) Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:“Onlardan bir kısmı da Allah'ın izniyle hayırlarda yarışta olanlardır. İşte bu, büyük bir fazl-u keremin tâ kendisidir.” (Fatır: 32)
Akl-ı kül'de ilmi
Bunlar gerçeke alınmış, hiç bir şey görecek, gayesi vâsıl-ı Hakk'tır ve o daha asıl kül'e değildi. Orası ilk basamağın tırnağıdır. Bu nokta daha önce şöyle anlatılmıştır: Çalışır kullanın, teyya meydanına kadar gelir; ancak vâsıl-ı Hakk olmak murakaba ile kaimdir.
Akl-ı kül'ün kalpteki durumudur
Kelime-i Tevhid'i sır gözü ile yapmanız gerekir. Bu söylendikten sonra sır ile tevhid nazar söylemen hâsıl olur. Zât-ı ilâhî'nin nurları tecelli edince, beşerî vasıflar eriyerek yokluğa gömülür. Burası “İstihlâk” makamıdır. Yokluğun da bir yokluktur. Bu tecellide kendi nurundan başka bütün nurlar mahvolur. Bu âlem “Tecrid” âlemidir. Allah (cc)'dan gayri onun soyunur. Bunun sonu vuslattır.
DÖRT AKIL DERECESİNİN HÜLÂSASI
Allah (cc) meaş'ta olanlarla çektiğini, akl-ı meaş'ta tenbihat kullanmayı, akl-ı nûrânî'dekilere sofrasını hazırlamasını, akl-ı kül'de öngördüğünü söyledi. Önemli olduğu için bunun izahını: Çekiştiği kimse; Hakk'tan ayrılmış, nefsin yaşama malzemesini temin etmeye çalışacak. hayattaki hayatları bomboştur. Çünkü Hakk'ı bırakmışlar, yoldan sapmışlar, şeytana uymuşlar, nefsine tapmışlardır.
Allah (Âyet-i Âyet-i kerime gitmiştir, oysa onlar güzel iş sanılardı.” buyuruyor. (Kehf: 104) Tenbih olmayan kimse; hem nefsini düşünüyor, hem de ahirete olabileceklerini düşünüyorlar. Ancak özelde kalmaya, ya götüremez.
İnsanoğlu mala-mülke bel bağlamış, hepsi de zannediyor. Karşılıklı mülkün vârisi yine Allah (cc)'dır. Sofrasına kimse; o artık temel kullanımda, kullanışlı atmaya, Hakk'a yaklaşmaya bakmakta. Ey ancak burada ayılıyor. Kucakladığı kimse; o Hakk iledir, Hakk'tan ayrıştırmak için niyaz ediyor. “Allah'ım beni zâtından seçin!” diyor. Ey ahirette de Naim cennetindedir. Daima Allah (cc)'nın rahatlığındadır. Bu gibi kimseler hem dünyada hem ahirette Allah (cc) ile olmak isterler. dünya inşası da bu, ahiretteki da bu. Aynı durum dünyadan ahirete intikal olarak.
Allah (cc) Âyet-i kerime'sinde: “İnsan için kendi başına başka bir şey yoktur.” buyuruyor. (Necm: 39) Bu “Kucaklamak” belki de gelebilir. Âyet-i kerime'ye dayanan bu söz sözü. Çünkü Allah'ın () bu kullar Âyet-i kerime'sinde: “Onlar sıdk makamında, kuvvet ve sahibi Hükümdar'ın rahatlığındadırlar.” buyuruyor. (Kamer: 55) Kendilerini çok sevdiği için, onlar böyle buyurduğu için, bu kelimeyi kullandık.
Allah bir kulu severse cc yaklaştırır. Sevdiği için, o kul güvenmemek ister. Bu kimse için hayat, ölüm, kabir, mahşer. Diye bir şey yoktur. “Allah'ım beni dünyada da, kabirde de, mahşerde de, cennette de lütfundan seçildi!” diye niyaz eder. O yalnız Hakk'ı ister, Hakk ile olmak ister. Aklını başına getir ve her derecedeki akıl derecelerini durumlarını daha güzel kavrayabilme için bazı misaller
Bir babanın dört oğlu var. “Şu komşu düşmandır, çok kötüdür, ondan sakın, onunla konuşma!” demiş. Bu tembihi aksi halde, ondan tamni yapılmış, onunla kurmuş. Yoluyla beraber isyana ve hızlıe yönelmiş, yoldan çıkmış, âsi olmuş. Karşılıklı Allah (cc) Âyet-i kerime'sinde buyurmuştu ki: “Ey Âdemoğulları! Ben size şeytana ibâdet yapmadınız, o size apaçık düşmanınızdır diye emretmedim mi?” (Yâsin: 60) Ona bu tembihat haldeyken, o düşmana uydu, üsttelik denemede demeden. Oğlunuz bu eleştiriyi size yapsa, bir baba olarak siz ne yaparsınız? Ya bir kul Allah (cc)'ya karşı bir şeyler yapın, bunun cezasını siz düşünün ve kararınızı verin. İsminin üstünde fâsık! “Allah'ı unuttuklarından Allah'tan' ıstırapta unutulmuş kimseler gibiler. Onlardan çıkan fâsıkların tâ geleceğidir.” (Haşr: 19) Ürüne de aynı tembihi yapılmış. O görünüşte ve bazı şeyler de görünüşte. Ama bununla rekabet ile ilgili kurmuş, alış-verişini onunla yapıyor. Karşılıklı Allah (cc) bu gibilere de şöyle buyurmuştum: “Ey insanlar! Yok ki şüpheli, Allah'ın hesabı vaadi'nin hesabı. O halden sakın sizi dünya aldatmasın. O çok aldatıcı şeytanlardan da Allah'ın güvendirerek sizi aldatmasın.” (Fâtır: 5) Bakanlar onu burada zannediyor, o ise sıfat-ı hayvâniyesinin icabını, icraatını yapıyor. Kiramen katibin melekleri ise hem onun için dikkat çekiyor, hem de her kelimesini teybe alıyor. Bu onun de onun hiç haber yok. Üçüncüsü hâlisane hizmet ediyor, hainlik yapmıyor. yetiştiriciyeni, yedirip içireni, mallarını emniyette tutanı biliyor ve şükrünü yapıyor, sahibini itiraf ediyor, maaşla da çalıştırılıyor. “O hangi daha da güzel amel işleyinizin olacağı imtihan için olacağı ve hayatı olacakdır.” (Mülk: 2) Âyet-i kerime'sinde beyan buyrulduğu yerde, imtihan alanında olduğu, gönderiliş bildiğini biliyor. Dördüncüsü ise, tam bir itimat sağlamış olduğu için, alışverişi idaresi dahi ona teslim edilmiş. Onun bu durumu, Yusuf Aleyhisselâ'nın zindandan maliye nazırı tercih edilir. Birken onu efendi yapmış, onu lütfu ile görevlendirmiştir. Bu ne büyük bir saadettir! Buna da ihlâsı, güzel olması, onun hususta itimada şayan oluşu olmuştur. Dünyada da, ahirette de saâdet ve selâmete erdirilmiştir. sahibini itiraf ediyor, yüksek maaşla da çalıştırılıyor. “O hangi daha güzel amel işleyinizin olacağı imtihan için öngörü ve hayatıdır.” (Mülk: 2) Âyet-i kerime'sinde beyan buyrulduğu yerde, imtihan alanında olduğu, gönderiliş bildiğini biliyor. Dördüncüsü ise, tam bir itimat sağlamış olduğu için, alışverişi idaresi dahi ona teslim edilmiş. Onun bu durumu, Yusuf Aleyhisselâ'nın zindandan maliye nazırı tercih edilir. Birken onu efendi yapmış, onu lütfu ile görevlendirmiştir. Bu ne büyük bir saadettir! Buna da ihlâsı, güzel olması, onun hususta itimada şayan oluşu olmuştur. Dünyada da, ahirette de saâdet ve selâmete erdirilmiştir. sahibini itiraf ediyor, yüksek maaşla da çalıştırılıyor. “O hangi daha güzel amel işleyinizin olacağı imtihan için öngörü ve hayatıdır.” (Mülk: 2) Âyet-i kerime'sinde beyan buyrulduğu yerde, imtihan alanında olduğu, gönderiliş bildiğini biliyor. Dördüncüsü ise, tam bir itimat sağlamış olduğu için, alışverişi idaresi dahi ona teslim edilmiş. Onun bu bu durumu, Yusuf Aleyhisselâ'nın zindandan maliye nazırı tercih edilir. Birken onu efendi yapmış, onu lütfu ile görevlendirmiştir. Bu ne büyük bir saadettir! Buna da ihlâsı, güzel olması, onun hususta itimada şayan oluşu olmuştur. Dünyada da, ahirette de saâdet ve selâmete erdirilmiştir. imtihan arenasında, beyanın satın alındığı yerde, gönderiliş bilen biliyor. Dördüncüsü ise, tam bir itimat sağlamış olduğu için, alışverişi idaresi dahi ona teslim edilmiş. Onun bu durumu, Yusuf Aleyhisselâ'nın zindandan maliye nazırı tercih edilir. Birken onu efendi yapmış, onu lütfu ile görevlendirmiştir. Bu ne büyük bir saadettir! Buna da ihlâsı, güzel olması, onun hususta itimada şayan oluşu olmuştur. Dünyada da, ahirette de saâdet ve selâmete erdirilmiştir. imtihan arenasında, beyanın satın alındığı yerde, gönderiliş bilen biliyor. Dördüncüsü ise, tam bir itimat sağlamış olduğu için, alışverişi idaresi dahi ona teslim edilmiş. Onun bu durumu, Yusuf Aleyhisselâ'nın zindandan maliye nazırı tercih edilir. Birken onu efendi yapmış, onu lütfu ile görevlendirmiştir. Bu ne büyük bir saadettir! Buna da ihlâsı, güzel olması, onun hususta itimada şayan oluşu olmuştur. Dünyada da, ahirette de saâdet ve selâmete erdirilmiştir. Bu ne büyük bir saadettir! Buna da ihlâsı, güzel olması, onun hususta itimada şayan oluşu olmuştur. Dünyada da, ahirette de saâdet ve selâmete erdirilmiştir. Bu ne büyük bir saadettir! Buna da ihlâsı, güzel olması, onun hususta itimada şayan oluşu olmuştur. Dünyada da, ahirette de saâdet ve selâmete erdirilmiştir.
Bu Dört Derecenin Hülâsası
Akl-ı meaş'ta olup Allah (cc)'nın çekiştiği kimseler; Resulullah (sav) Efendimizin, Hadis-i şerif'lerinde haber verdiği ve “Binde biri cennete, dokuz yüz doksan dokuzu cehenneme.” buyurduğu cehennemliklerdir. Akl-ı mead'da olup Allah (cc)'nın tembih olduğu kimseler; Resulullah (sav) Efendimizin Hadis-i şerif'lerinde ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, henüz hazırlanmış dalâlet fırkalarından olanlardır. Herkes bir dolap çeviriyor; ancak bu dolaba nereye göndereceği değil. Çünkü dünya bir dolap, Allah (cc)'nın onu nereye çevirecek? Akl-ı nûrânî'de olup Allah (cc)'nın sofrasına giden kimseler; yetmiş üç fırkaya Müslümanların o bir kurtuluş fırkasına dahil olanlardır.
Yorumlar